Tatildeydik. Eski Foça'da sakızlı dondurma sırası bekliyorduk. Leziz bir tat ile aramızda kaç külah dondurma alacağı meçhul 15-20 kişi vardı. Hava sıcak, bizler sabırsızdık. Birden bir dalgalanma oldu sahilde. Bir neşe saçıldı ortalığa... Sıcak bir rüzgar gibiydi. Sabırsız bir halde sıkıcı sıramızda beklerken aniden havalandırdı bizleri...
Bir grup kadın gelmiş ve sıraya girmişti. Aslına bakarsanız, sıraya filan girdikleri yoktu. Çocuk gibi şakalaşıyorlardı. Egzotik çiçekler gibi hayret vericiydiler. Rengarenk giyinmiş, boncuklarla bezenmişlerdi. El ve ayak tırnakları canlı ojelerle, başları kendilerine değişik bir hava katan şapkaları ile süslenmişti. O zaman içimden güçlü bir duygunun çıktığını ve beni sardığını hissettim. Ben de onlar gibi olmak istedim.
Gerçekte 60 yaş üstü olduklarını tahmin ettiğim o kadınların neşe ve coşkusuna çok imrenmiştim. Bayıltıcı bir ortamı hallaç pamuğu gibi dağıtan 6-7 yaş enerjilerine gıpta ile iç geçirmiştim.
Kaç yaşında olursam olayım, her halimle kendimden hoşnut, hayatın tadını çıkaran olmak niyetindeyim.
İlerleyen yaşımıza rağmen hayattan tat almaya, hatta belki de gençliğin hay huyu içinde ıskaladıklarımızdan fazlasını bulmaya meyledebiliriz.
Vücudumuzun dışına değil, içine, biçime değil, öze odaklanırsak neden olmasın?
Midemizi doldurmaktan öte hücrelerimizi beslemeyi önemsersek neden olmasın?
Farkındalıkla beslenmeye kendine eziyet eden gibi bakmazsak aslında kendini sevmek olarak bakarsak neden olmasın?
Bunun için güçlü bir hedef lazım. Sağlıklı, neşeli ve zinde olmak gibi..
Hareket kabiliyetini kaybetmeden, artan bir neşe ile, "başkaları ne der" demeden hayatı geldiği gibi coşku ile yaşamak...
Beslenme uzmanı değilim. Hayattaki gerçek tatların beslenme ile bağlantısını deneyimlemiş sıradan biriyim. İnsan vücuduna, işleyişine, mükemmelliğine hayranlık duyuyorum. Beni hayatta tutan sisteme, tüm hücrelerime minnettarım. Beynimizin, kalbimizin, bağırsaklarımızın kısacası tüm organlarımızın işleyişinin önünde saygı ile eğiliyorum.
Elbette ömrümüz kısıtlı. Diyeceğim şu: içimizde bir bulaşık süngeri, tencerelerin dibini kazıdığımız bir ovma teli yok yediklerimizi temizleyen.... Bütün bunları kusursuz bir uyumla çalışan organlarımız yapıyor. Yediklerimizden işe yarar olanları hücremizin içine alıp bizi hayatta tutan bir sistem var. Sistemi ayakta tutacak yakıtı verirsek sağlık ve neşemizi koruyabiliyoruz. Aksini yaparsak ölüyoruz. Ya da ölmeyip epey zor bir hayat sürüyoruz. Durum bundan ibaret.
Farkındalıkla beslenme konusuna ara ara devam ederiz dilerseniz. Şimdi kırmızı rujumu sürüp, ojelendikten sonra içimi coşturacak bir şeyler yapacağım. Belki Nil Karaibrahimgil'in "Ben Ona Resmen Aşığım" şarkısını dinler ve dans ederim. Gerçekten kendimizi seversek dünyadaki mevcudiyetimizi muhteşem bir yolculuğa çevirebiliriz. Dilerim bizler de tıpkı hücrelerimiz gibi dünyadaki varlığımızı, hayattaki amacımızı fark eder, uyumla yaşar ve "İyi ki yapmışım" deriz.
@elifgorgunkaplan