Hepimiz anlaşılmak istiyoruz.
Anlaşılmamak fena.
Orası tenha.
Tek başınasın.
Bu evdeyken ayrı, işteyken ayrı acı.
İşteki yalnızları konuşalım.
Ofislerde, atölyelerdeki yalnızlardan.
Onlar çalıştıkları halde işten kaytarmakla suçlanırlar.
Görüşlerini dile getirseler de anlaşılmazlar.
Sanki sesleri ulaşmaz. O sesler görünmez duvarlara çarpar geri döner. Kafasının içinde uğuldar durur.
Çok gariptir bu durum.
Ofisin, atölyenin bütün yükünü sırtlamışlardır. Yine de yetmez.
Daha! Daha! Daha! Diye yüklenir yöneticiler, iş arkadaşları ve işler.
İtiraz edecek olsa “amma yaptın ha!” Olur.
“Bunu da yapacaksın tabi senin görevin!”
“Senin görev tanımında olmasa bile yöneticin-patron öyle istiyor!”
“Yav ne var bunda?”
Mız mız, alıngan, yeniliğe kapalı, renksiz, asosyal, gergin, huysuz ve bunun gibi etiketler yapıştırılır.
Bilinmez ki bu etiketlerin mutlaka izi kalır.
Burada kendine döneceksin yalnız kardeşim.
Tenhada dimdik kendi başına kalmak ile yüzleşeceksin.
Ve kendine dürüst olacaksın. Bunların ne kadarı gerçek?
Ona buna bakarsan işin yaş.
Senin en güçlü ipin “yapabiliyor” olman. Bu gücü kimse elinden alamaz.
“Yapamıyorsun” dese de olmaz. Sen yapabildiğin sürece orada yapabilen olarak var olursun.
Durumunu kabul edip içten bir şekilde eyvallah mertebesine geldiğinde hislerini, duygularını ifade edersen sesin ve varlığın görünmez duvarları aşar ve gideceği yere ulaşır. Bu kez adrese ulaştığı için dönüp senin kafanın içinde uğuldayamaz. Kafan rahatlar.
Sesin ve nefesin gittiği adreste karşılık bulur-bulmaz orasını sen-ben bilemeyiz. Ve ilgilenmemeliyiz. Biz halimizi dile getirdik. Başkasını suçlamadan, beklentiye girmeden diyeceğimizi dedik. Gerisi için de eyvallah gerekir. Bu aşama biraz zordur. Aslında epey zordur. Burada şöyle bir formül işlerse duvara (hem de kafadan) tosladık demektir.
Beklenti=hayal kırıklığı=çukur
Bunun bir başka adı kendi kendine çelme takmak veya bindiğin dalı kesmek olarak tariflenebilir.
Güçsüzlüğün güce dönüştüğü ya da dönüşemediği yer burası.
Güçsüz hissediyorsan, kurtuluş planı yaptıysan ve plan çöktüyse özgürlük buharlaşıp uçar.
Başka bir yere geçsen de benzer olayları tekrar tekrar yaşarsın.
İşler değişir, ofisler-atölyeler değişir, insanlar değişir. Yaşadıkların ömür-billah aynı kalır.
Kendini her halinle (yapabildiklerin ve yapamadıklarınla) kabul eder, duygularını kin ve öfke gütmeden dile getirir, işini yapmaya devam edip enerji kaçaklarını kapatırsan yaşamak için enerjin olur. Etrafında ne olursa olsun dengeni koruyabilirsen her yerde özgürsündür.
Kendini duygularına kaptırarak ifade edersen kin ve öfke ile hareket edebilirsin. Hiç ifade etmeyip içine atarsan ya istemediğin bir yer ve zamanda patlayabilir, ya da bedenini hasta edebilirsin.
Fren ve gaz gibi.
Ne zaman duracaksın? Ne zaman gaza basacaksın?
Yanlış yerde durma ya da gaza basma eğilimi senin kabak ile buluşma anını kurguluyor.
Hangi kabak mı?
Hani şu başında patlayan var ya o!
İşte anlaşılmamanın kabaklı tarifi bu.