Tat alamamak nasıl desem? Büyük bir boşluk.
O kadar yoğun, o kadar koyu ki.
Batak.
Çamur.
Bir yandan da yangın gibi. Kavurucu.
Kalbinin üzerine yanan bir tuğla koymuşlar gibi.
Harlı.
Bir de rüya gibi. Hem gerçek hem gerçek üstü.
Bu acı kendinin acısı mı? Başkasının mı?
Bunun da bir önemi kalmıyor aslında.
Ayrı mısın bir misin?
Hissizleşmiş misin? Hisli olduğundan mı böylesin?
Alıştığın bildiğin bir tat var. Sen de varsın. Fakat bir şey eksik.
O tat ile arandaki bağlantı kayıp.
Tadıyorsun, erişemiyorsun.
Bir süre sonra aramaktan da yoruluyorsun.
Belki de artık aramayı bırakmak gerek.
Yaşadıklarımıza o kadar inanamaz haldeyken yeni bir başlangıç, yeni bir yol gibi yeni bir tat gerek.
O yeniyi birlikte bulur, birlikte kurarız umarım.
Tek tük, tat olmuyor.
Tat kaçınca kolay geri dönmüyor.
Canının ne istediğini bilmemek, canına yabancılaşmak insanı çamura yatırıyor.
Vıcık vıcık kötülük, bulaşık bulaşık yılgınlık umutsuzluğa düşürüyor.
Belki de bazı bataklıkların kuruması için kuraklık şifadır. Belki de yeniden yeşermek için kurumak, dökülmek ve içe çekilip sabırla güçlenmek gerekebilir.
Her içe çekiliş hep tomurcuğa dönmez. Hangi tohumun çiçeğe, hangi hücrenin insana dönüşeceğini bilen var.
Ne diye dua edeceğimizi bilmediğimiz, kendimizden vazgeçtiğimiz hallerde şah damarımızdan yakın olanımız var.
Var olalım diye koca bir alem var.
Tadımız kaybolsa da daha yolumuz var.