Bugünlerde tırmanan İran-İsrail Savaşı, hem bölgede hem de tüm dünyada insanlığın yüreğini ağzına getirdi. Uzunca bir süredir çocukların ölümüne tanıklık ettiğimiz yetmiyormuş gibi Azrail rolüne soyunan gözünü hırs bürümüş dünya liderleri, ulusal güvenlik bahanesiyle sivil hedeflere yönelen saldırıları ve diğer yanda misillemelerle meşrulaştırılmaya çalışılan şiddet sarmalı, gözümüzü her sabah kana ve yokoluşlara açmamıza neden oluyor. Her gün daha umutsuz uyanmanın ızdırabı gittikçe çoğalıyor. Dünya daha da yaşanmaz daha kahredici bir cehenneme dönüyor. Üzerine bombalar düşen şehirleri uzaktan izlerken, her birimiz haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlara döndük.
Her gün, her saat ne yazık ki liderlerin güç gösterisi ve tarihsel hesaplaşmalarına şahitlik ediyoruz. Tüm bu çatışmaların, anlaşmazlıkların en derininde, sessiz kalan halkların çığlığı ve kaybolan insani değerler yatıyor. Ve bu noktada empatiyle hareket eden, barışı önceleyen liderlere özlemimiz buram buram artıyor.
Gerçek liderlik sadece güçle, otoriteyle ya da stratejik zekâyla tanımlanamaz diye düşünüyorum. Kalıcı izler bırakan bir lider, toplumuna umut aşılayan; empati kurabilen, ahlaki pusulasını kaybetmeden karar verebilen özelliklere sahip olmalıdır kanımca. Halkın sesine kulak veren, onları duyan ve kolektif barışı, insanlığı önceleyen bir duruşa nasıl da hasretiz...Kükreyen kalabalıkların alkışıyla tatmin olmayan, egosuna yenik düşmeyen, vicdanın sessiz onayından geçen, zor zamanlarda hiddeti değil hikmeti kuşanan, zamanın ötesine dokunabilen liderler olmalı...
Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi
Tarihin En Derin Nefesi: Mustafa Kemal Atatürk
Ve tarihin bize sunduğu en benzersiz lider olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün liderlik anlayışıyla 'nefesinin ve niyetinin gücü' sadece bir ulusun değil, yok sayılan bir milletin kaderini yeniden yazdı. Hatırlayalım, 1919’da Samsun’a çıktığında ne arkasında bir ordu vardı, ne de bir devlet. Ama cesareti, niyeti ve inancı vardı. O güçlü niyetle ortaya çıkan nefes, Anadolu’nun karanlığında yanan ilk kıvılcım oldu. İşte o nefesle başlayan bir hikâye, kısa sürede bir halkı ayağa kaldıran büyük bir dirilişe dönüştü.
Ve bugünlere geldiğimizde; 20. yüzyılın modernliği, teknolojisi ve tüm fırsatlarının insanlık için yetmediğini, yetmeyeceğini görüyoruz. Ne diyoruz; Bir daha Atatürk gelir mi? Mikrofonu eline alıp konuştuğunda bilgili, adaletli, barışçı ve empatik olduğunu düşündüğümüz her konuşmacıya, siyasetçiye aşık olmamız belki de bu arayışımızdan olabilir mi?
Bugün liderlerden yalnızca strateji ya da ekonomi bilgisi değil; vicdan, adalet ve insanlık bekliyoruz. Belki de bu yüzden, Atatürk gibi liderlerin sadece başarıları değil, ahlaki duruşları da bizi hâlâ derinden etkiliyor. Yani bir liderde erdem arıyoruz.
Günümüzde karizmatik konuşmalar etkileyici olabilir; ama halk artık konuşanın kalbini, niyetini ve değerlerini de görmek istiyor. Liderin insan kalabilmesi, lider kalabilmesinden daha kıymetli hale geldi. Aradığımız liderde karizmasının ötesinde insanlık arıyoruz.
Atatürk’ün liderliği yalnızca dönemi için değil, bugün için de bir pusula gibi. O yüzden, bir daha Atatürk gelir mi? sorusunun altında yatan özlem, aslında zamanlar üstü bir liderliğe duyulan ihtiyacı gösteriyor. Zamanın ruhunu aşan liderler arıyoruz.
“Belki de soruyu ‘Bir daha Atatürk gelir mi?’ diye değil, ‘Toplum olarak bir Atatürk daha yaratabilir miyiz?’ diye sormalıyız. Çünkü büyük liderler, sadece kendi yetenekleriyle değil, onları anlayan ve yükselten bir halkla ortaya çıkıyor.
Bir organizasyon piramidi liderinin nefesine bağlıdır
3.Dünya Savaşı naralarının atıldığı bir atmosferde okumakta olduğum kitap benim lider özlemimi depreştirdiği için bu yazıyı kaleme alma ihtiyacım doğdu. İtalyan Yazar Stefano D'Anna kült eseri Tanrılar Okulu kitabında “Bir organizasyon piramidi, liderinin nefesine bağlıdır” diyor. Liderinin görünüşü ve kişisel yazgısı, altın bir iplikle, kendi kuruluşuna ve adamlarına bağlanır...diye de devam ediyor. Derin okuma yapacak olursak; bir şirketin ya da kurumun kaderini belirleyen en görünmez ama en güçlü faktörün liderin içsel dünyası olduğunu iddia ediyor aslında... Çünkü şüphesiz bir ülkenin, bir devletin, bir şirketin/kurumun nefesi, liderinin niyetiyle başlar.
Dünyada yaşanan tüm savaşları, krizleri düşünün, belirsizlikte gözler her daim tepeye çevrilir; pusula oradadır. Çünkü, fırtınada kaptanın nefesi daralırsa, mürettebatın elleri titrer. Bir lider, halkına sadece yön vermez, karakterini belirler, öyle değil mi?
Yazarlığının yanı sıra Kurumsal Uzun Ömürlülük Eğitmeni olan ve hayattayken 2014 yılında Türkiye'de Dünya için Geleceğin Liderleri” isimli bir okul da açan İtalyan Yazar D'Anna'nın 'bir organizasyon piramidi, liderinin nefesine bağlıdır' iddiasına kendi hikayelerimiz cephesinden de yaklaşsak, dünyadan başarılı liderlerin vizyoner hikayelerini de dinlesek inançla, adaletle, erdemle, sezgiyle ve cesaretle ilerleyen liderlerin kalıcı olduğunu görürüz. Çünkü, vizyon sahibi bir liderin nefesi, yapıyı fiziksel olarak inşa etmekten öte bir kültür inşa ediyor. Ve şüphesiz liderinin nefesiyle, niyetiyle ortaya çıkan bu kültür, halkların ve organizasyonların en karanlık anlarında bile yolunu bulmasını sağlayacak pusulaya dönüşüyor.