İlk olarak yabancı uyruklu bir arkadaşımla sohbet ederken farketmiştim 'vatan' kavramının Türkiye'de algılandığı gibi her ülkede algılanmadığını...Şaşırmıştım. Bizim için 'vatan' kanla kazanılmış, uğrunda canlar verilmiş toprak parçasıdır, kutsalımızdır.
Çanakkale Savaşı ve ardından Kurtuluş Savaşı, vatan kavramına çok derin anlamlar yüklemiştir. Bir Alman, bir Amerikalı, bir Fransız, bir Rus için vatan kelimesi, milliyetçilik ve özgürlük kavramlarını çağrıştırabilir. Ama içinde 'doğduğun toprak' veya 'atalarından sana miras kalan maneviyat' gibi anlamlar içeremeyebilir. Bunu gerçek anlamda idrak ettiğimde, gönülden büyük bir maneviyat duygusu ile bağlı olduğum bu topraklarda son yüzyılın çeyreğinde yaşananlara odaklanarak, 'kendimi buraya ne kadar ait hissettiğimi' sorguladım.
Ülkemi, kültürümüzü geleneklerimizi ve coğrafyamızı çok seviyorum. Şüphesiz çoğumuz bu cümlenin altına imzasını atar. Ve fakat bu ülkede 'öteki' olmak diye bir icat çıktı son çeyrekte..Öteki olmak kavramı; hayatında bir kere olsun ötekileştirilmiş insanlar için hemen anlam ifade edecektir. Kendimden örnek vereyim, kadın olduğum için iş hayatında 'öteki' oldum, bana bir yöneticim 20 yıl önce şu cümleyi kurdu: 'hakediyorsun ama seni kadın olduğun için yönetici yapamam' Kadına pozitif ayrımcılık modasının olduğu yıllardı hem de...Bense erkek egemen iş hayatında oyunu o günden sonra onların kurallarına göre oynadığım için yönetici olmayı başardım.
İş hayatı 'erkek gibi kadın' sever ne de olsa...Aynı siyasetteki gibi. İsim vermek istemiyorum ama lütfen Türk siyasi hayatının kadın figürlerini gözünüzün önüne getirin. Kısa sürede döpiyesleriyle siyasi arenada gittikçe erkekleşen ve eril jargonu da iyi hatmeden figürler, gerçekten kadınsı özelliklerini kaybetmeden aynı zamanda liderlik vasıflarını da ele alarak hayatımızdan geçebilselerdi keşke...Geçemezlerdi, siyasetin sırat köprüsü, dişili erile dönüştürmese ötekileştirip kenara atıverirdi. İki kere iki dört...
Hepimiz yüksek olasılıkla yaşamışızdır ya da yakınlarımızdan illa ki duymuşuzdur; onlar gibi düşünmediği ve o mahalleden olmadığı için ötekileştirilenleri...Ne mezuniyetiniz, ne yetenekleriniz ne de deneyimleriniz önemli değildir, hakkınızda hüküm verilmesi için, savunmanız dahi alınmaz. Sistem sizi şak diye dışlar, tek sistem dışlasa keşke, kraldan çok kralcılar ve güçten yana her daim tavır alanlardan yana memleket malum çok bereketli...
Hele ki; milliyetiniz, etnik kökeniniz, dininiz, şiveniz veya diliniz çoğunluğa göre farklıysa, farklı bir cinsel tercihiniz veya bedensel/zihinsel engeliniz varsa, allah muhafaza...
Danimarkalı yazar Andersen’in “Çirkin Ördek Yavrusu” hikayesini hatırlatmak istiyorum, konu bağlamında...Bu hikaye; sadece bireysel bir dönüşümün değil, aynı zamanda aidiyet arayışının da hikayesidir, hatırlayın. Çirkin ördek yavrusu, başlangıçta kendi farklılığının nedenini bile bilmeden dışlanıyor. Oysa “çirkin” olduğu sanılan ördek yavrusu, sonunda bir kuğu olduğunu keşfediyor.
Ömründe bir kez olsun ötekileştirilmemiş bireyler de bu yazıyı okursa ne demek istediğimi onlar da anlayabilsin diye çirkin ördek yavrusu metaforunu kullandım. Bu cümleyi bile kurarken, nasıl da kutuplaştığımızı farkediyorum. Benim de jargonumda 'biz ve onlar' var.
Belki de hepimiz birer çirkin ördek yavrusuyuz; kendi ülkemizde kendimize yer ararken büyüyor, yaralarımızla güçleniyor ve bir gün kendi gerçekliğimizin güzelliğini fark edeceğimiz günü bekliyoruz, ne dersiniz?