Yeni bir şehirle ilk temasımda ne hissedeceğimi merak ederim. New York’ta gezerken ilk hissettiğim şey burda yaşamak için cesur olmak gerektiği oldu.Bütün yollarım cesarete bağlandı. Muazzam canlı bir şehir New York.İnsanlar hem çok özgün hem de çok özgürler. Kıyafetler ve makyajlar sıradışı ve yaratıcı.O kadar rahatlar ki sanki içlerindeki cevheri bulmuş ve herkese göstermek istiyorlar gibi.New York’u bu kadar ileri götüren şeyin bu yaratıcılığın çıkmasına izin verilmesi olduğunu düşünüyorum.Bu ölçekte yaratıcı bir kültür yaratmak cesaret ister.Evet cesaret diyorum çünkü cesaret,riskleri de beraberinde getirir.Özgünlük güzel ama nereye kadar olmalı? İçindeki cevheri bul çıkar ama buldukların iş hayatında tam da işimize yarayacak mı? Hem canlılığı açığa çıkaran hem de hedeflere ulaşılan bir yönetim şekli nasıl olmalıdır gibi sorular aklımda gezerken “Özgürlük Heykeli” göründü karşıdan.Elindeki meşale ile beni yine cesarete çağırdı.Roma mitolojisindeki Özgürlük Tanrıçası Libertas’tan esinlenilerek yapılan heykel Fransa’nın Amerika’ya hediyesidir. Özgürlük, bağımsızlık ve bireysel haklar gibi kavramların simgesidir.Zarafeti ve güçlü duruşuyla New York’un değil tüm Amerika’nın sembolü haline gelmiştir.Yaratıcılığın açığa çıkması için ekiplerimize alan açacak cesareti gösterdiğimizde New York gibi çekici bir merkez haline gelebiliriz.
Şehrin diğer bir karakteristiği ise gökdelenleri. Empire States Binası,Rockefeller Merkezi,Dünya Ticaret Merkezi gibi binalar Manhattan’ın en havalı gökdelenleri.Dünyaca ünlü İkiz Kulelerin yerinde saldırıda ölenlerin isimlerinin olduğu mermer anıt yapmışlar.Bu bölgeyi Sıfır Noktası (Ground Zero) diye anıyorlar.
New York hiç uyumuyor sanki.Her saat canlı ve aktif.Şehrin canlılığı için nöbet tutuyor gibi burda yaşayanlar.Benim sıram geldi, canlılık nöbetine kalkıyorum der gibi yaşanıyor geceler.Gündüz trafik sıkışık olduğu için yol tamiratları ve bazı gürültülü işler de gece yapılıyor.Günün her saatinde koşan insanlar var etrafta.Hem acelesinden koşanlar hem de hiç acelesi olmayıp spor ve keyif amaçlı koşanlar.Bununla beraber havada sürekli helikopterler var.Biri iniyor biri kalkıyor.Sürekli bir tıkı tıkı tıkı tıkı sesi var etrafta.Helikopterler sayesinde ekonomisi daha iyi olanlar trafik sıkışıklığına girmiyorlar. Helikopterlere bakmaktan yorulmuş başını bir indiriyorsun yanında evsizler var. İşte bunun gibi zıtlıkların bir arada yaşandığı bir şehir New York.Tüm olasılıkları aynı karede görebiliyorsun.İyi ya da kötü her şey maksimumda yaşanabilir.Açık büfe gibi sanki her sipariş mümkün.
Hayatı yaşamanın iki yolu vardır diyor Einstein : hiçbir şey mucize değilmiş gibi ya da her şey mucizeymiş gibi.New York’un hızlı temposuna uyumlanınca herşey mucize gibi geldi bana.Brooklyn Köprüsü de bu mucizelerden bir tanesi. Çelik kablo kullanılarak inşa edilen ilk asma köprü olması ve yenilikçi teknikleri ile 19.yy mühendisliğinin doruk noktası olarak görülüyor.Mühendislik ve estetiğin buluştuğu köprünün yapımı 13 yıl sürmüş.Tel kablonun mucidi John A. Roebling şehrin trafiğini rahatlatmak için projeyi çizmiş ve tarihe adını yazdırmış.
Şehrin biraz daha dışına, Saraj Jessica Parker’ın meşhur dizisinin çekildiği West Village’a doğru gidildiğinde kalp atışlarım biraz daha normal bir seyir alıyor.Buradaki rahatlık çok huzurlu hissettiriyor.Sokakların sakinliği,kaldırımdan merdivenle çıkılan yüksek ev girişleri ve birkaç masalı havalı yol kenarı cafeleriyle hep burda kalmak istiyor insan.Ama New York’u New York yapan şey bu sakin yerlerden çıkıp şehrin kalbinin attığı Times Meydanı’na gidebilmek.İşte bu huzurlu konfor alanından çıkıp canlılığa gitmek cesaret istiyor.İş hayatında da durum aynı.Rutinler güzeldir ama yaratıcılık için “daha başka neler olabilir” meşalesini alevlendirecek ortamlar ve hedefler gerekir.Cesareti rahatlığa tercih ettiğimizde yaratıcı çözümler çıkacaktır.
Times Meydanı dev bir sahne gibi.Her yer ekran ekran ekran. Dünyanın ritmini burası tutuyor bence. Truman Show’dasın ve tüm dünya seni izliyor sanki.Biranda devleşiyorsun ve dünya gözünde küçülüyor.Bir cesaret geliyor o anda ve herşeyi yapabilirsin herşeye ulaşabilirsin motivasyonu aktive oluyor.İşte bu his çok kıymetli.Yaratıcılığın canlı canlı reçetesini hissettim içimde. Merak,harekete geçmek ve cesaret. Dünyaca ünlü markalar bolca reklam yayınlıyorlar Times Meydanı’nda.Bütün olay insanı etkilemek olduğu için ve karar verme mekanizması da duygulardan geçtiği için “neyi” değil “niye yaptığını” anlatan markalar bir adım öne çıkıyor.Doğru bir reklam stratejisi ile markanı göklere çıkarabilirsin bu meydanda.Aranılan zirve burası sanki.
New York’u görünce dünyanın en canlı,en tepe noktası burası diyorsun.”Ya sonra,peki daha ötesi” diye sormaya başladığında ilerlemen devam ediyor.İlerledikçe en tepe nokta da ilerliyor.Sen ne kadar ilerlediysen en tepe nokta orası oluyor.Kendi en üst versiyonun en tepe noktan yani.Cesareti rahatlığa tercih ederek New York gibi en üst versiyonumuzda olalım.