TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Uygulamalarımız appstore googleplay
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Genç Cumhuriyetin Dış Politikası

Türk Kurtuluş Savaşı ve Lozan Barışı, Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri ve siyasi alanlardaki en büyük başarıları arasında yer alır. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, Avrupa ve dünyanın kısa sürede buhrana düştüğü yıllarda Atatürk Türkiyesi, başarılı bir dış politika ile büyük güçlerle her alanda dostluğunu korumayı başarmıştır.

Haber Giriş Tarihi: 14.04.2021 14:57
Haber Güncellenme Tarihi: 09.06.2022 15:42
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.kadinveekonomi.com
Genç Cumhuriyetin Dış Politikası

Bu süreçte, uluslararası politikadaki hegemon büyük güçler Türkiye'nin ittifakını kazanmaya çalışsa da, Türkiye kendi çıkarlarına, uluslararası barış ve adalete uygun kararlı dış politikasından ödün vermemiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün çok yönlü dış politikasındaki başarıları, günümüz Türkiyesi, hatta bir çok ülke için örnek teşkil etmektedir. Atatürk Türkiyesi'nin dış politikasının temel nitelikleri, gerçekçilik, taktikte ustalık, diyolağa açık olmak, dünü, bugünü ve yarını başarılı bir şekilde kavrayış, güvenirlik, kendi gücüne dayanma fakat gerektiğinde ulusal çıkara göre işbirliklerine girme, aktif fakat serüvencilikten uzak bir dış politika belirleme, milli değerlere sahip çıkma, milli devletin bağımsızlığı konusunda hassasiyet, Lozan dengesinin korunması, Batı ve Sovyet dostlukları arasındaki dengenin sağlanması, barışın korunması, yurtta sulh cihanda sulh ilkesi, hukuka bağlılık ilkesi, modernleşme ve demokratikleşme ilkeleri gibi hayati önemdeki özellikleri kapsamaktadır. 

Mustafa Kemal Atatürk, Misak-ı Milli'de berlirlenen hedeflere ulaşılana kadar savaşmış ve savaşı yürütürken ne gerçeklikten uzaklaşmış, ne de daha azına razı olmuştur. Kurtuluş Savaşı sonrası bile Türk dış politikası gerçekçilikten taviz vermemiştir. Örneğin, 1926 yılında Musul sorunundan dolayı savaşa girmeyip İngiltere ile anlaşmayı tercih etmiştir. Atatürk'ün stratejik başarılarının yanında sahadaki taktik başarıları da oldukça güçlüdür. Buna verilebilecek en iyi örneklerden biri, 1923 yılında Lozan sonrası Ankara'ya gelen ve Atatürk ile mülakat yapan gazeteci Isaac F. Marcosson'un onun zamanlamadaki ustalığını şöyle anlatmasıdır: "Enver Paşa'nın başarısızlığını Kemal Paşa'nın muvaffakiyetiyle karşılaştırınız... nasıl farklı olduklarını görürsünüz. Enver, amacını gerçekleştirmek üzere dümdüz yol almıştır. Taştan bir duvara çarpacak olduğunda da onu yıkmaya çalışmıştır. Sonunda da boyun eğmiştir. Kemal ise bir engelle karşılaştığı zaman, etrafından dolaşarak bu engeli atlatıncaya kadar sabırla bekler ve amacına ulaşır..." [1]

Atatürk'ün yeni Türkiye için kafasında oluşturduğu yapıyı adım adım ve sabırla gerçekleştirmesi taktik ustalığının bir diğer göstergesidir. Daha Erzurum Kongresi'nde Cumhuriyeti oluşturma fikrine sahipken, şartların olgunlaşmasını beklemeden ve halkın desteğini elde etmeden bu planını dile getirmemiştir. Fakat, sağlam ve emin adımlarla ilerleyerek köklü bir Türkiye'nin kuruluşunun temelini atmıştır. Atatürk başarılı diplomasinin temel özelliği olarak kişisel temasları önemsemiş ve bu temasların da ülkeler arası dostluğu pekiştireceğine inanan bir siyasi lider olarak öne çıkmıştır. 28 Ekim 1937 tarihinde Romanya Başbakanı Tataresku'ya söyledikleri dikkat çekicidir: "Doğrudan doğruya görüşmek memleketleri alakadar eden meselelerin hallinde en müessir çaredir." [2]

Mustafa Kemal Atatürk düşmanca politik tavırlardan kaçınmaya çalışırken, dostluklara da gereğinden fazla güvenmeyen bir devlet adamıdır. Kurtuluş Savaşı esnasında Sovyetler ile olan ilişkide pürüzlerin farkına vararak bu durumu çıkar ilişkisine dönüştürmesi onun stratejik dehasını gösterir. Türkiye'nin bağımsızlığına yönelik tehlikenin Batı'dan, emperyal güç İngiltere ve onun sahaya sürdüğü Yunanistan'dan geldiğini görmüştür. Batı'da vereceği savaşı hesap ederken, Doğu'da Sovyetler ile anlaşarak bir anlamda arkasını sağlama almış ve bu sayede ülkenin sınırlı olan askeri ve ekonomik tüm gücünü Batı'dan gelen saldırıyı bertaraf etmek için rahatlıkla kullanabilmiştir. 

Tarih bilgisinin diplomasi için gerekli olduğunu bilen Atatürk, bu noktada tarihten gerekli dersleri çıkarabilen bir liderdir. Geçmişi iyi bildiği için günü ustalıkla kavramış ve yarını önceden tahmin edebilmiştir. Atatürk'ün Almanya'da 1933 yılından sonra yaşanan gelişmeleri tahmin etmesi, savaşın 1940 ve 1946 yılları arasında başlayacağını görmesi, İtalya'nın savaşta başarılı olamayacağını bilmesi, Amanya'nın yenileceğini ve Sovyetler'in savaştan kazançlı çıkacağını öngörebilmiş olması tesadüf değildir. [3]  

Atatürk'ün genç Türkiye Cumhuriyeti'nin diplomasi kadrolarına kazandırdığı en önemli bilinç, başarılı diplomasi yürütmenin yolunun kişilere bağlı kalmaksızın diplomasinin sürdürülebilir olmasından ve güvenilirlikten geçtiğidir. 1930'lu yılların ortalarında dünyada şiddetin arttığı bir dönemde Atatürk bu yola başvurma gereği duymadan Türkiye'nin hak ve çıkarlarını savunurken, herkesçe takdir edilen güvenilirliğinden dolayı anlayış ve destek toplamayı başarabilmiştir. 19 Ekim 1937 tarihinde Yunanistan Başbakanı Metaksas'ın Türkiye'yi ziyareti sırasında Atatürk'ün kendisine söyledikleri kayda değerdir: "Münasebet gelmişken şu noktayı size söylemek isterim, Celal Bayar ile çalışmanız şimdiye kadar İsmet İnönü ile olan çalışmanızdan hiç farklı olacak değildir. Celal Bayar ve İsmet İnönü, İsmet İnönü ve Celal Bayar birdir. Yani bütün inkilap arkadaşları arasında samimi teşriki mesai bizde adettir ve tabiidir. Bizim takip ettiğimiz sistemde şahsın değişmesi işin değişmesi demek değildir. Harici ve dahili politikamızın esasları zaten çok önceden tespit edilmiş ve çizilmiş bir programa tabidir. Vazife başına gelen her arkadaş aynı programa devam eder..." [4]

Atatürk, Osmanlı Devleti'nin çöküş nedenlerinden birinin özgüvenden uzaklaşmak olduğunu tespit ederek aynı yanlışa süreklenmekten kaçınmıştır. Kurtuluş Savaşı'nı başlatırken de ülkenin içinde bulunduğu zorlu şartlara rağmen kendine güvenmekten kaçınmamıştır. Uluslararası alanda kendi gücüne dayanmayan ve bunu kanıtlayamayan ülkelerin yaşama şanslarının kalmadığını çok iyi şekilde gözlemlemiştir. Gerektiğinde devletin çıkarları gereği işbirliklerine girmekten de kaçınmayan Mustafa Kemal'de, kendi gücüne dayanarak ittifaka katılan devletlerin ittifak içinde ezilmekten kurtulacağı görüşü hakimdir. 1936 yılında Türkiye'nin İngiltere ile Akdeniz Paktı çerçevesinde girdiği ittifak ilişkisi bu duruma iyi bir örnek oluşturur. Güçlü ve dinamik bir siyasi kişiliğe sahip olan Atatürk, dış politikada aktif siyaset yürütürken, diğer ülkelerin hassasiyetlerine dokunmamaya özen göstermiş ve hiçbir zaman serüvenciliğe sürüklenmemiştir. Silahsızlanma konusunda 1928 Briand Kellogg Paktı'na gösterdiği ilgi ve desteğin yanında, 1934 Balkan Antantı ve 1937 Sadabad Paktı süreçlerinde üstlendiği öncü rol Atatürk'ün serüvenden uzak ve gerçekçi politik anlayışına örnek oluşturmaktadır. 

Atatürk, yeni kurulan Türkiye'ye milli bir yapı kazandırmaya çalışırken hem iç hem de dış politikada milliyetçilik çizgisinde hareket etmiş olsa da, asla aşırılığa kaçmamıştır. Onun dış politikadaki milliyetçilik anlayışı yayılmacılığa değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal çıkarlarının korunmasına, güvenliğinin sağlanmasına ve uluslararası ilişkilerde barışın tesisine dayanır. 1931 yılında Ankara'da gerçekleştirilen Balkan Konferansı'nda Atatürk yabancı delegelere şunları söyler: "İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak gayri insani ve son derece tesadüfe şayan bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegane vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onları birbirlerine sevdirecek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Cihan sulhü içinde beşeriyetin hakiki saadeti, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olmasıyla mümkün olacaktır." [5]

Bütün bunların ışığında, Atatürk'ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ilkesinin önemi ve yüzyıllara yayılan bir anlayış olduğu bugün çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Atatürk, savaşların ve çatışmaların temel nedenleri üzerinde durulmadan ve çatışmaları yaratan sorun alanlarını ortadan kaldırmadan barışın sağlanamayacağını biliyordu. Bu sebepledir ki, Avrupa'nın Türk milletinin bağımsız varlığını yüzyıllarca benimsemeyip kıta dışına atmaya çalıştığının farkında olarak, ülkenin güvenliği için yeni kurulan Türkiye'ye modern bir ulus yapısı kazandırmanın gerekli olduğunu görmüştür. Atatürk, ancak bu şekilde Avrupa'nın Türkiye ile birlikte yaşamaya razı olacağını anlamış ve Atatürk'ün sahip olduğu stratejik akılla üretilen gerçekçi politikalarla bağımsız Türk ulus devleti dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesi olabilmiştir. 

Notlar

[1] Isaac F. Marcosson, "Kemal Pasha", The Saturday Evening Post, 20 Ekim 1923.

[2] Bilal N. Şimşir, "Atatürk'ün Yabancı Devlet Adamları ile Görüşmeleri-Yedi Belge (1930-1937)", Belleten, Cilt 16/1, Sayı 177 (1981), s. 199.

[3] Mehmet Gönlübol, Ömer Kürkçüoğlu, "Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Genel Bir Bakış", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 1, Sayı 2 (1985), s. 462.

[4] Şimşir, a.g.e., s. 193.

[5] Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 2 (1906-1938), (Ankara: Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1952), s. 270.

KAYNAK: EKOPOLİT

Şahinkaya Vakfı bünyesinde kurulmuş olan Uluslararası Ekonomi ve Politika Çalışmaları Merkezi (EKOPOLIT), coğrafi konumu gereği tarihsel olarak Batı ile Doğu arasında kritik bir jeopolitik kesişim merkezinde bulunan; küresel boyuttaki iktisadi ve siyasi dinamiklerle yakından ilişkili yoğun gelişmelerin yaşandığı Türkiye'den dünyaya bakarak uluslararası ekonomi ve politikaya yeni bakışlar ve alternatif perspektifler sunmayı hedeflemiş bir düşünce merkezidir. 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.